ÖLEN DENİZCİNİN İLGİNÇ HİKAYESİ
1950’li yıllarda İskoçya’ya yük taşımak için Reefer tipi bir gemi yanaşır. Demir attığı limanda yükünü aldıktan sonra, gemide çalışan denizcilerden biri acaba unuttuğumuz bir yük kaldı mı diye bakmak için soğuk hava deposuna girer. Depoya giren denizcinin içerde olduğunu fark etmeyen başka bir arkadaşı deponun kapısını dışardan kapatır.
Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, lâkin mümkün değildir demir kapıyı açmak. Gemi hareket eder ve denizciyi depoda unuturlar.
Mahsur kalan denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağını anlamıştır. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücudunu nasıl uyuşturduğunu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın verdiği acıyı anlatır.
Birkaç gün sonra vardıkları yeni limanda soğuk hava kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır.
Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. Önceki limanda yük boşaltıldıktan sonra soğutma sistemi zaten çalıştırılmamış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı normal bir dereceye yükselmiştir. Yani biçare denizci aslında donarak ölmemiş, donduğunu sandığı için ölmüştür. Denizci, donacağına kendini inandırdığı için, normal bir sıcaklıkta soğuktan ölmüştür.
Bu ibretlik hikaye aynı zamanda insan zihninin neler yapabileceğini göstermesi açısından çok önemlidir.